Hırsın yedi başını be adam !
Buyuk bir mücadele okudum gerçekten. Çok azimli, çok hırslı ve çok zeki bir adam var karşımızda. Başaracağına bu kadar inatla inanması, herkese, her şeye rağmen vazgeçmeden direnmesi sıra dışı! Yalnız dediğim gibi biraz fazla hırslı.
Bu kadar zirvede yaşamak zorunda mıydın?
Bazen iyi bir şeyler yapmaya niyetlenince bile kantarın topuzunu kaçırabiliyoruz. Ve farkına bile varmadan kendi kendimizin sonunu hazırlıyoruz. En güzeli “vasat” insan olabilmek; yani orta halli. Aşırılıkların kimseye bir faydası yok.
Arka kapağında belirttiği gibi yazarımız Jack London’un kendi hayatından izler taşıyan romanı Martin Eden. Bu manada otobiyografik özellikler gösteriyor diyebiliriz.
Zengin bir ailenin kızına aşık olan genç denizcimiz Martin aşkına kavuşabilmek uğruna ünlü bir yazar olmaya karar veriyor. Neticede aradaki sınıf farkını ancak böyle ortadan kaldırabilir. Ve bu yolda aşılması imkansız görünen bütün engelleri aşmaya ant içerek koyuluyor yola. Adeta bir takıntı halinde, elinden gelen her şeyi -hatta daha da fazlasını- yapıyor, başvurulabilecek bütün yollara başvuruyor, deyim yerindeyse canını dişine takarak bu uğurda çabalıyor.
Bu nihai amaç için elinde çok buyuk bir sermayesi var: zekası. Kitapta en göze çarpan noktalardan biri Martin’in aşırı zeki olması. Hatta öyle ki yazar olmak uğruna okumaya araştırmaya başladıktan kısa bir süre sonra dönemin üniversite mezunlarına denk bir hale geliyor.
Pardon, pardon çok yönlülüğünü göz önünde bulundurursak birçoğundan üstün bir hale geliyor. İşte dönüm noktalarından birisi bu zaten. Ulaştığı burjuva sınıfının aslında çok matah bireyler olmadığını bu vesileyle farkediyor. Koca koca sıfatlara sığdırılamayan insanların sığlığı onu şaşkına çeviriyor. Görüyor koca bir balon olduklarını ve iç dünyasında tek tek patlatıyor her birini. Böylece başlıyor Martin’in acı veren çaresizliği. Şöyle yazıyor kitapta: “Yeni bir cennet bulamadığı gibi şimdi eskisini de yitirmişti.“
Ve başka bir sayfada şu satırları okuyoruz:
“Kendini çok yaşlı hissetti. Geçmiş günlerindeki o kayıtsız, tasasız genç arkadaşlarından asırlarca daha yaşlı. Çok yol katetmişti. Geri dönemeyecek kadar çok hem de.”
“Martin kendi kendini sürgün etmişti.”
Velhasıl müthiş bir kitap okudum. Hatta neden daha önce okumadım diye kızıyorum kendime. Martin gibi yol gösterici bir karakteri tanımakta gecikmişim. Çelik gibi bir irade dedikleri bu olsa gerek. Kitabın son sayfasına kadar kararlarını uygulamadaki azmi devam etti.
İstediği her şeye sahip olup, her şeyi kaybetti. Yok böyle bir ironi. Her şey olabilirdi, bir manada çok şey de oldu fakat hiçbir şey olmayı diledi.
Ne diyeyim Allah Martin kararlılığı versin ama kararınca.:)